İKİ TÜRK SÖYLENCESİ

İki türkünün öykülerinden yola çıkarak, Ercüment Er takma adıyla Nazım Hikmet Ran’ın yazdığı, 1967 yılı yapımı Yeşilçam kurmacası.

Türkülerden ilki, karşı kıyıdaki obaya gelin giderken, üzerinden geçtiği köprünün yıkılmasıyla Kızılırmak sularına kapılan, muradına eremeden göçüp giden genç kızın ardından yakılan ağıt.

İkincisi, öyküde daha belirgin işlenen ise Karakoyun söylencesi: Obanın sürüsünü güden çoban, oba beyinin öksüz kızını sever. Analık elinde zor günler geçiren bey kızı da garip çobanı. Gelenekle sevgi arasında sıkışan oba beyi, töreyi çiğnetmeyecek bir çözüm bulur; çobanın yiğitliğini sınar. Üç gün boyunca aç susuz bırakılan, yalnızca tuz yalatılan sürüyü, derenin bir kıyısından ötekine su içmeden geçirebilirse çoban, bey kızını alabilecektir. Türkü, bu sınavı başaran çobanla sürüyü ardına takıp dereden aşıran karakoyuna yakılmış.

Kızılırmak-Karakoyun – 1967

Mut’un, Dağ Pazarı Yaylası’nda çekilen öykünün yönetmeni Lütfi Ömer Akad, Türk sinemasının, “sinemacılar dönemi”ndeki üç önemli yönetmenden biri. Hemen her kurmacasında bir deneme yapan, Türk sinemasının gelişimine öncülük eden Lütfi Ömer Akad, Alim Şerif Onaran’la yaptığı söyleşide “Kızılırmak -Karakoyun’la ne getirmek istediniz sinemaya?” sorusuna, içerikle biçem üzerinde yaptığı dokunuşları anlatarak yanıt veriyor:

“Hudutların Kanunu’ndaki çalışma düzenini, tarzını, daha bilinçli ve daha araştırmacı bir gözde geliştirmeye çalıştım. Yani çerçeve düzeni, davranışlar, oyun tarzları ve dil bakımından daha da geliştirmeye çalıştım. Bir de içerik bakımından biraz başka açıdan baktım, daha önce yapılmış filme göre. Nedir bu başka açı? Anadolu’da tefeci sermayenin oluşma devrine getirdim konuyu. Yavaş yavaş bir sermaye oluşumu başlamıştır. Fakat bu üretici bir sermaye değildir. Bir tefeci sermayedir. Ve dağların taşların satın alındığı… Yani mülkiyet meselesinin tekevvünü zamanına rastlamıştır zaman olarak… Ki bu da göçerlerin bir meselesi olarak ortaya çıkıyor. Bu karşılaştırmayı yapmaya çalıştım.
…Eseri, halk masalı diye ele aldım. Çünkü bana gelen öyleydi. Yahut işte Ercüment Er’in yazdığı ve iki halk Türküsünün birleştirmesinden çıkan bir hikâyedir. Senaryoyu yeniden ben yazdım.”
[1]

Kızılırmak-Karakoyun – 1967

Karakoyun-Kızılırmak yapıtında, Kadir Savun, Osman Alyanak gibi adları sürekli Yeşilçam’la birlikte anılacak önemli oyuncuların yanında, az sayıda filmde oynayan Nilüfer Koçyiğit ile adı sinema dışı etkenlerle öne çıkan Yılmaz Güney baş oyuncular olarak yer alıyor.

Kimi filmlerinde Yılmaz Güney’in oynamasını, oyunculuğundan çok bağlantılarından kaynaklı olduğunun altını çiziyor, Lütfi Ömer Akad: “Şimdi bir kere Yılmaz Güney’i seçmem diye bir şey söz konusu değildi. Çünkü aslında bu filmin çekimi için o beni seçti. Dadaş filmde filmler yapacaktı ve sözü çok geçiyordu. Beni aldı götürdü ve yönetmen olarak öne sürdü. Ve onlar da kabul ettiler. Budur Yılmaz Güney’in filmde oynamasında durum. Son derece olağandı, böyle gerekiyordu.[2]

Sinemayı, sanatın dışına taşıyan, amaçları için bir yaymaca aracı olarak görenlerin, sinemaya katkısının olmadığını vurgulayan; “sinemacılar dönemi”nin öbür önemli yönetmeni Metin Erksan, “Yılmaz Güney Sineması hakkında ne düşünüyorsunuz” biçimindeki, yargı içeren abartılı bir soruyu, bu abartının kaynaklarını göstererek yanıtlıyor: “Vallahi bence yaptığı sinema dolayısıyla değil, olaylar dolayısıyla önem kazanmış bir adam. Olağan bir sinema adamı. Olağan, sıradan bir sinemacı. Ama olaylar onu öyle büyüttü. Yoksa bir otör sayılmaz. Asıl ünü, sinemanın dışında yaptıklarından kaynaklanıyor bence. Bakın bu “mitos” meselesi “dehşet” bir olay. Bayağı, sıradan bir sinemacı iken “Yılmaz Güney’den başka Türkiye’de hiçbir sinemacı tanınmaz” gibilerden yargılar geliştirilebiliyor.”[3]

“Kızılırmak-Karakoyun”, Lütfi Ömer Akad’ın, toplum gerçeklerinden beslenen, söylenceler ışığında kurduğu öykünün anlatımını, bir biçem olarak öne çıkaran yapıtlarından biri olarak güncelliğini yitirmeyen, kökleşik bir Yeşilçam yapımı.

Öykü, ilk kez, 1946 yılında, Tük sinemasının kişisel çıkarların gerisine itildiği, “yerinde sayma” döneminde, Muhsin Ertuğrul yorumuyla çekildi. Üçüncü kez ise, 1992 yılında, Şahin Gök tarafından aynı adla çekildi.

[1] Lütfi Ö. Akad, Alim Şerif Onaran, Afa Yayınları, 1990, İstanbul s.128
[2]
Lütfi Ö. Akad, Alim Şerif Onaran, Afa Yayınları, 1990, İstanbul s.125
[3]
Metin Erksan ile Söyleşiler, Enis Batur, Ömer Madra, Kırımızı Kedi, 2017, İstanbul, s.35

Adı: Kızılırmak-Karakoyun
Yönetmen: Lütfi Ömer Akad
Öykü: Ercüment Er (Nazım Hikmet Ran)
Yazan: Lütfi Ömer Akad
Görüntü: Ali Uğur
Kurgu: Diamandi Filmeridis
Müzik: Abdullah Bayşu, Orhan Gencebay, İzzet Akay, Özen Türkmen oğlu
Oyuncular: Yılmaz Güney (Çoban Ali Haydar), Nilüfer Koçyiğit (Hatice), Kadir Savun (Hüseyin Ağa), Hasan Dragut (baba), Derya Tanyeli (Zehra), Tümer Özer (Ahmet), Ahmet Yusuf (Oğul), Tuncer Necmioğlu (Şaban), Osman Alyanak (Ferhat), Senih Orkan (Fettah), Haluk Orçun (Abdi Ağa), Murat Tok (Dedecan), Osman Türkoğlu (Sarıcalı)
Yapımcı: Dadaş Filim Kurumu (Kadri Kesemen)
Süre:80′
Yapım: 1967-Türkiye

KIZILIRMAK KARAKOYUN - 1967

Yanıtla

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz