“Ne için mutlu olman gerekiyor? Senin ödevin o değil. Dünyaya mutlu olmak için geldiğimizi kim söylemiş.”

 

Yönetmenliğini Federico Fellini’nin yaptığı, 1963 yılında seyirciyle buluşan Sekiz Buçuk filmi, bir yönetmenin çıkmazını, hayatında yer alan kadınlarla; çocukluğunda bulunan bir kadın, şimdiki eşi, sevgilisi, kostümcüsü, yapımcısı tüm yaşantısında yolunun kesiştiği kadınlarla olan bağını ve bu bağ ile çıkmazdan çıkış yolu aradığını anlatıyor.

“Bilinç akışı” yöntemi kullanılan filmde, yönetmen hatırlatmalar yaparak heyecanı diri tutar. Serbest çağrışımlar, açık yorumlara yönlenerek sanat yapıtını kuvvetlendirir. Edebiyatta kullanılan tekniklerin, sanat icra yöntemleri arasında bulunan sinemada da uygulanması, filmi besleyerek, yapıtı, yalnızca bir eğlence aracı olmaktan uzaklaştırır ve estetik değerler yükler.

Filmde de bahsedildiği gibi diğer türlerden elli yıl geride olan sinema için bu gecikiş yarar mıdır yoksa zarar mı, tartışılır. Ben bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Çünkü ilerlenecek yolun önceden bilinmesi, senaryonun temel yapı taşını oluşturan öykünün tekniklerinin gelişmesi, diğer sanat dallarından beslenen sinema filminin daha keyifli olmasını sağlar.

Guido, Federico Fellini’nin kendisi olarak nitelendirebilir. Kendi hayatını yazdıktan sonra çeken yönetmen, film yapısında bütünden parçaya ilerliyor. Film ekibini tanıdıkça yönetmen olan Guido’ya odaklanıyoruz.

Filmin başlangıç sahnesinde tamamen durmuş bir trafikte ilerleyen Guido, çevrede bulunan araçların içerisindeki kişiler tarafından izleniyor, araçta sıkışıyor ve çıktığında gökyüzüne doğru uçarak yükseliyor. Onu indirmeye çalışan kişilerinse ileride karşımıza çıkacak olan avukat ve yapımcı olduğunu görüyoruz. Gerçeklikten kaçan bir kişinin gerçek dünyaya döndürülmesi olarak nitelendiğini söyleyebiliriz.

Yönetmenin kafasında dönen olaylar ona film boyunca eşlik ediyor. Bu karmaşıklığı verebilmek adına kameranın sürekli hareket halinde olması ve çeşitli yüzleri bulması, ardından kurguda tercih edilen karmaşık yapı filmin büyüleyiciliğini artırıyor.

Tüm bu karmaşanın içerisinde yönetmen, ancak yapımcının baskısıyla yazmaya çalıştığı filmin düşüncesinden uzaklaşınca, durağanlaşma gerçekleşiyor. Durağanlaşmayı, ona şifalı su veren, kafasında oluşturduğu ideal kadını temsilleyen Claudia’yı gördüğünde de anlıyoruz.

Sinemasına dair eleştiriler yönelten filmdeki eleştirmen, sinema üzerine başkalarından alıntılayarak Guido’nun yazdıklarının basit ve sanat gerekçelerini karşılayamadığını belirtiyor.

“Asa Nisi Masa” sözüyle çocukluğuna geçiş yaparak geçmişindeki kadınların hepsini tanıtıyor. Tensel haz ve aşk kavramlarının karıştırılması üzerine konuşurlarken Şam’daki Saul adında bir isim geçiyor. Saul, aslında inançsız olan İsa ile karşılaştığı zamanda kör olan bir kişi. Çünkü Tanrı’nın varlığını kabul etmiyor, kör olduktan sonra inançlı oluyor. Bu gibi durumlar Guido’nun dinsel sorgulamalarını, kapalı bir anlatımla filme katıyor. Eğitim aldığı kilisede din eğitimi sürecinde gördüğü baskıları ve din insanlarının kişliklerini de çiziyor. Daha çocukken kurulan Tanrı’dan korku güdüsünün, durumunun çaresizliğine katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz.

Rüya sahnesinde annesiyle öpüşürken birden bire annesi eşine dönüşüyor. Bu da ileride karşımıza çıkacak olan “Sultan Süleyman Haremi” diyerek Osmanlı’ya da gönderme yapılan harem sahnesinde, eşini hizmetçi olarak görmesi ile bağdaştırılabilir. Fellini, eşinde annesini görüyor aslında, bir hizmetçiyi değil. Harem sahnesinde, tüm hayatındaki diğer kadınlardan ayrı bir noktadan, yalnızca o masum rolünü almakta. Saf sevgiyi araması, istemesi fakat kendisinin kimseyi sevemeyişi, bilinçaltındaki bütün sıkışmışlığın da gerekçesini oluşturmakta. Kimseyi üzmek istemiyor, hep mutlu olmak istiyor ve hayatındaki tüm kadınların odağında olmak istiyor. Üzüntüsünün ve bitmek bilmeyen mutluluk arayışınınsa bu tatminsizliğin altında yattığını söyleyebiliriz.

Filmin son sahnelerinde gerçek hayata dönen yönetmen, merakla beklenen filminin basın açıklamasını yapacak fakat tüm bu baskı ortamında yine sıkışarak masanın altına kaçıyor ve orada kendisini silahla vuruyor.

Fakat bu durumdan sıyrıldığını gösteren son sahnede, tüm karakterlerin bir araya gelerek yıkıma hazırlanan, filmi için yaptırdığı uzay aracının etrafında, Guido’nun yönetimiyle hareket etmeleri sonucu bir sirk ortamı oluşuyor. Kahramanın çocukluğunun küçükken kaçtığı sirk ortamından flüt çalarak uzaklaşmasını da kendisine ilişkin bir affediş, bir film yapma baskısından kurtuluşun verdiği rahatlık olarak nitelendirebiliriz.

Eleştirimi filmde görmüş olduğum bir monolog ile bitirmek istiyorum:
“Hiçbir yalana başvurmadan, dürüst bir film yapmak istemiştim. Öylesine basit anlatısı, öyle basit şeyler vardı ki… Herkese bir parça da olsa yararlı olacak, içimizde ölgün olan her şeyi gömmeye yardım edecek bir film.”

SEKİZ BUÇUK - 1963

Önceki İçerikDoğudan Batıya Türk Soykırımları
Sonraki İçerikMankurt’tan Başka Bir de Manas’ın Közkamanları
"Türkiye’de sinema sanatına en yakın yerde, sanat tarihinde okumuştum. Ve sanat tarihine giderken ailemle çok büyük kavgalar ettim. Doktor ya da hariciyeci olmamı istiyorlardı. Sinemacı olacağım dedim. Yani sinemaya çok bilinçli geldim. Hazırdım." Metin Erksan

Yorum

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen adınızı buraya giriniz