ÖYKÜNMENİN SONU KÖTÜ BİTTİ
Lütfi Ömer Akad’ın, ‘olmadı bunlar’ dediği filmlerden biridir “Arzu ile Kamber”. Adına bakarak, geçmişi çok gerilere giden önemli bir sevgi öyküsünü izleyeceğini düşünenleri yanıltan, asıl öyküden çok başka biçemle çekilen, tecimsel bir kurmacadır, 1951 yılında çekilen film.
Sözlü gelenekte, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze dek ulaşan anlatılardan olan Arzu ile Kamber, Türklerin Oğuz kolunun yaşadığı bölgelerde anlatılan bir öyküdür. Oğuz boylarının yaygın olarak yaşadıkları Irak, Suriye, Türkiye, Azerbaycan, İran, Türkmenistan ile Balkanlarnan Kafkasya’da, Kerkük kaynaklı olması olası Arzu ile Kamber öyküsü bilinmektedir. Öykü, temel çizgileriyle aynı olay örgüsünü, aynı kahramanları içine almakta; ortak bir dünya görüşünü dile getirmektedir.[1]

Arzu adında kızı olan zengin bir adamın suda akıp giden bir sandıkta Kamber’i bulmasıyla başlayan asıl öyküde, Arzu’nun babası, Kamber’i çocuğu yerine koyar. Bundan dolayı ikili birbirlerini öz kardeş sanarak büyürler. Öz kardeş olmadıklarının öğrenilmesiyle Arzu ile Kamber’in sevgileri başka boyuta evrilir. İki sevgilinin arasına girenler, ayrılığa neden olurlar.
Yurdunu terk eden Kamber, Arzu’nun düğününün olacağını duyup geri dönünce kimse onu tanımaz; toy için gelen aşık sanıp türkü çığırmasını isterler. Kambersiz düğün olmaz deyişini söyler. Kadınlardan biri onu kovmak ister, Kamber ona beddua eder, kadının çocuğu ölür. Kamber, Arzu’yu taşıyacak gelin atlarına da beddua eder; Arzu hangi ata binse o atın beli kırılır. Atlılar çare olamayınca, halk bu kez aşığın atını ister. Kamber yularını kendi tutması koşuluyla peki der. Arzu ata biner, Kamber onu gelin evine bırakır. Birlikte giderken Arzu ile konuşan Kamber’in son bedduası güveyin taş kesilmesidir; bu da olur. İki sevgili birlikte bir deniz kıyısına gelir, yorgunluktan Arzu’nun dizlerinde uyuyakalan Kamber bir daha uyanmaz. Kamber’in öldüğünü gören Arzu, kendi ölümünü diler; gelini aramaya çıkanlar ikilinin cansız gövdelerini bulurlar…[2]

Ancak filmin öyküsü başkadır. Lütfi Ömer Akad, Alim Şerif Onaran’la yaptığı söyleşi de, bu başkalığı şöyle açıklıyor: “Hürrem bey gerçek bir tüccar ve uzak görüşlü bir işadamı olarak orta doğu’nun iyi bir pazar olduğunu düşündü ve benı bir araştırma yapmakla görevlendirdi. Ben gidecek, Ortadoğu’da ortaklaşa koprodüksiyon yapabileceğimiz bır firma arayacaktım. Evvela Suriye’ye gıttım. Suriye bu bakımdan çok kısır. Sonra Bağdat’ta bir stüdyo olduğunu duydum. Otobüsle çölü geçtim, Bağdat’a gittim. Aradım ve buldum orada. Gerçekten mükemmel bir stüdyo idi. O stüdyonun sahiplerinin aynı zamanda Bağdat’ta sinemaları vardı. Tanıştım onlarla… onlardan birisi Mir adlı bır Museviydi. Biri de Antuan Musayyeh adlı bir zattı. Galatasaray’da okumuş vaktiyle, Abdülhamid zamanında… Kendimi tanıttım. Ne maksatla yolculuk yaptığımı, Bağdat’a ne maksatla geldiğimi anlattım. Maraşlı bir adam daha vardı… İlgilendiler. Stüdyo imkanlarını gördüm. Biz de hâlâ öyle bir stüdyo yok. Kocaman çekim alanları… plato… ses alma cihazları… ışık kaynağı jeneratörleri, oyuncuların kalacağı lojmanlar, alçıhaneler, marangoz sahneler, laboratuvarlar, her şey vardı. Vaktiyle İngilizler kurmuş… Fransızlardan kalma bir sürü dekor da vardı. Fransızlar oraya gelmiş, film çekmişler… bir sürü alçı dekor bırakmışlar. Onları gözüme kestirdim, yapacağımız filmler için… daha konu yok ama, bunlardan istifade ederiz diye düşündüm. Oturduk, bir ön mukavele taslağı hazırladık. Ve ben ön mukaveleyi aldım; İstanbul’a geldım. Hürrem bey’e gösterdim. Hürrem bey ilgilendi. Yazışma sonucu mutabık kalındı. Oradan Arapça mufassal bir anlaşma geldi. Burada noterde tercüme ettirdik; bir takım ilaveler yaptık. Netice olarak bir mukavele gelişti. Çevireceğimiz filmleri biz teklif edecek; oyuncuları biz götürecek; teknisyenleri de biz bulacaktık. Oradaki imkânları da onlar sağlayacaklardı. Yani zaten ellerinde mevcut imkânlar…
Oturduk filmleri yaptık. Filmlerin bir tanesi Tahir ile Zühre. Onun senaryosunu ben yazdım. Arzu ile Kamber için de Sezer Hanımla Hürrem Bey bir hikâye hazırladılar. Onun da senaryosunu ben yazdım.”[3]

Yapımcı Hürrem Erman’ın, önceliği tecimdir. Fakat Arzu ile Kamber kurmacasından ne sanatsı yeterlilik ne de tecimsel kazanç elde edilir. Lütfi Ömer Akad, özü olmayan, başkalarına öykünerek kurulan yapının, başarısızlığın temeli olduğunu açıklar: “Halk masallarıyla hiç ilgisi yoktu… Amerikanvâri Doğu filmleri vardır, onların bir özentisiydi yani… Film olarak… İşte padişahtı, bilmem neydi, şuydu, buydu; oğluydu, işte kızı görmüş de, beğenmiş de, almamış… Filan gibi bir takım hikayeler… Amerikalıların yaptığı o şarka ait masal filmleri gibi iki film yapmaktı maksadımız. Maalesef ikisi de olmadı. Hem filmler başarısız oldu hem kasa hasılatı pek tatminkar olmadı.”[4]
[1] Arzu İle Kamber Destanının Varyantları Üzerine Bir İnceleme Prof.Dr. Amangül DURDIYEVA (Türkmenistan Millî Elyazmaları Enstitüsü Halk Bilimi Bölüm Başkanı)
[2] Özdamar, Fazıl. “Arzu ile Kamber Hikâyesi’nin Dudu Özdamar Varyantı” Millî Folklor 135 (Güz 2022) s.247-258
[3] Lütfi Ömer Akad, Alim Şerif Onaran, İstanbul 1990, s.32-35
[4] Lütfi Ömer Akad, Alim Şerif Onaran, İstanbul 1990, s.32-35
Adı: Arzu ile Kamber
Yöneten: Lütfi Ömer Akad
Öykü: Sezer Sezin
Yazan: Lütfi Ömer Akad
Görüntü: Lazar Grafapulos
Müzik: Sadettin Kaynak
Güfteler: Şadi Kurtuluş, Macid Görey, Vehbi Cemiaşkun, Reşat Özpirinçci, Vecdi Bingöl
Şarkıları Okuyan: Alaeddin Yavaşça, Müzeyyen Senar
Oyuncular: Sezer Sezin (Zühre), Kenan Artun (Tahir), Settar Körmükçü (Hükümdar), Muazzez Arçay (Sultan), Yusuf Ahmet (Bilade), Temel Karamahmut (Bekir), Sohban Kologlu (Baba), Merter Fosforoğlu, Hamit Mecit, Yakup İsmail, Yaser Ali Nasır, Nazima İbrahim
Ses: Hüsamettin Türsan
Yapımcı: Temel Karamahmut
Süre: 111’
Yapım: 1951 – Türkiye
Telif Hakları: Erman Film










