Çamura Batmış İnsanlık

Erden Kıral’ın yönettiği Bereketli Topraklar Üzerinde”, daha ilk görüntüsünden başlayarak izleyicisini rahat alanından çekip dışarı alır. Tren alanında başlayan bu yapım, yüzeyde bir “ulaşma” öyküsü gibi dursa da, aslında geri dönüşü olmayan bir çözülüşün görüntüye aktarılmış biçimidir. Görüntü almacının kişileri uzaktan izlemesiyle başlar bu çözülüş. Anlatının odağındaki üç köylü Ali, Yusuf ve Hasan, Adana’nın sanayi bataklığına ayak bastıkları andan itibaren kişi olma niteliklerini yitirir, düzenin dişlileri arasında ezilen birer emek kırıntısına dönüşürler.

Yapımın en güçlü yanı, anlatmak istediklerini doğrudan söylemek yerine, gövde ve yerlerin içinden geçerek yansıtmasıdır. İşçilerin çamurlu sokaklarda yalınayak yürümeleri, toprağa karışan terleri, çalıştıkları yerlerdeki pas tutmuş demirler… Tüm bu ayrıntılar, yalnızca süs değil; kişilerin içsel durumlarının birer yansıması olarak yer bulur perdede. Sözler değil, yüzler anlatır bu öyküyü. Yusuf’un bakışlarındaki boşluk, Ali’nin iş dönüşü düşen omuzları, Hasan’ın geçici kurnazlığındaki tedirginlik… Her biri, kişilerin içsel durumlarını sözsüz biçimde açar izleyene.

Erden Kıral
Bereketli Topraklar Üzerinde – 1980

 

Ali’nin yere düşmesi, yapımın doruk noktası değildir; baştan beri süregelen bir çözülüşün artık açıkça görünür hale gelişidir. O görüntüdeki durağan kamera, izleyicinin duruma el uzatmasına izin vermez. Ali yere kapaklanırken, izleyen yalnızca tanık olur. Yapım burada bir ahlak sorusu sorar: Görmek yeterli midir?

Bu yapıtta yerler kişilerle çatışma halindedir. Barakalar, sıvasız duvarlar, dar sokaklar… Görüntü almacı bu yerleri geniş değil, dar ve sabit çerçevelerle yansıtır. Kişilerin sıkışmışlığı, yalnızca anlatının içinde değil, görüntü düzeninde de vurgulanmıştır. Özellikle çalışma yerlerinde kullanılan demir parmaklıklar ve dar geçitler, çalışanların hareket alanlarının ne kadar kısıtlı olduğunu gözler önüne serer.

orhan kemal
Bereketli Topraklar Üzerinde – 1980

 

Yapıtta görüntülerin çoğu kapalı hava altında, gri gökyüzü altında geçer. O “bereketli” topraklarda umut bile loş bir ışığın altında can çekişir.

Yapımda ses yokluğu, özellikle müzik kullanılmayan bölümlerde, ortamı daha baskıcı hale getirir. Bu suskunluk, kişilerin içlerinde bastırdıkları öfke ve korkunun yankısı gibidir. En etkileyici örneklerden biri, Ali’nin kazma kürekle çalıştığı görüntüdür. Ne bir söz, ne bir ezgi… Yalnızca darbe sesleri. Bu bölüm, emeğin yalnızca bedeni değil, ruhu da törpülediğini anlatır.

Oyunculuklar, gösterişten uzak, neredeyse belge niteliğindeki bir doğallıkla ortaya konur. Yüzler, izleyiciye değil, yaşama dönüktür. Yusuf’un giderek suskunlaşan duruşu, onun tek başına kalış sürecini başarıyla aktarır. Hasan’ın kıpır kıpır ama yüzeyde kalan tavırları ise, düzene geçici uyum sağlayan ama içten içe çözülmüş bireyi simgeler.

Bereketli Topraklar Üzerinde – 1980

 

Bu yapım bir öyküden çok, bir tanıklık önerisidir. İzleyene büyük olaylar ya da sarsıcı anlar sunmaz. Onun yerine; çalışmanın, yoksulluğun ve sömürünün günlük yaşamdaki sıradanlaşmış halini gösterir. İzlerken hissedilen huzursuzluk, olan bitenden değil, olanı izlemekten doğar. Çünkü burada anlatılanlar çoktan yaşanmış, tanıdık bir gerçektir.

Erden Kıral, büyük laflar etmeden haykırır. Bu nedenle, bu yapım sona erdiğinde akılda bir söz kalmaz; yalnızca yorgun bir bakış, suskun bir yüz ve çamura saplanmış bir ayak izi kalır.

Ede Kitap

Yorum

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen adınızı buraya giriniz