Bir Film Yanlış Pazarlanırsa Ne Olur?
Diablo Kodi’nin kaleme aldığı, Karin Kusama’nın yönettiği, 2009 yapımı korku-komedi türündeki “Kana Susadım” (Jennifer’s Body), Minnesota’da küçük bir kasabada geçer ve sevilen, çekici Cenifır ile utangaç, içine kapanık Anita’nın (diğer bir adıyla Nidi) arkadaşlığını konu alır. “Düşük Omuz” isimli bir müzik topluluğunun dinletisi ve yaptıkları gizli, ölümcül bir ayin sonrası işler tuhaflaşmaya başlar. Ayinin kurbanı da ne yazık ki Cenifır olur. Fakat Cenifır ölmez; kana susamış bir vampire dönüşür.

Nidi ve Cenifır’ın arkadaşlıkları tam olarak alışılagelmiş bir arkadaşlık değil. Film Cenifır’ın yaşadığı saldırı sonrası ilerleyen dakikalarında, intikamdan ziyade Cenifır’ın dönüşümüne ve bu dönüşümün Nidi ile sevgi, kıskançlık ve bağımlılık temellerinden oluşan arkadaşlıkları üzerindeki etkisine odaklanıyor. Görünürde aslında çok farklılar ve Nidi’nin de söylediği gibi insanlar Cenifır gibi birinin, onun gibi bir “inek” ile neden takıldığına anlam veremiyorlar. Ama ikilinin arkadaşlığında koşut ilerleyen bir şey var ve hem ruhani hem bedensel olarak o kadar bağlılar ki birbirlerinin varlığını görmeden bile hissedebiliyorlar. Öyle ki, saldırıdan sonra dönüşüm geçirmiş, kanlar içindeki Cenifır, kendi evinde gitmektense Nidi’nin yanında buluyor kendisini.
Dönüşüme Birebir Tanık Olmak
Bunlardan, çok iyi bir arkadaşlıkları olduğu da düşünülmemeli ama. Liseye geçene kadar, bir insan olarak büyüyüp geliştikleri, belki zevkleri ve ortak yönleri de değiştiği için, çocuklukta kurdukları küçük, şirin arkadaşlığın yerini sevgiden daha çok kıskançlık, sahiplik ve yıkıcı bir bağımlılık alıyor. İlk bakışta Cenifır’ın aslında kötü bir arkadaş olduğu bile söylenebilir. Nidi’yi dolaylı yoldan aşağılıyor kimi zaman ve açıkça onun “ışığını çalmaması” gerektiğini söylüyor. Nidi neyden hoşlanırsa, ki buna erkekler de dahil, onu sahiplenmek istiyor. Bu durum hem Nidi’yi sahiplenmesi, hem de kıskançlıkla beraber onun yerini almak istemesi şeklinde yorumlanabilir. Diğer taraftan Nidi ise Cenifır’dan aynı anda hem çok etkileniyor, hem de oldukça tiksiniyor. Dönüşüme birebir tanık olmak, arkadaşının bir canavar haline gelmesini ve masum insanları avlamasını izlemek onun da kişilik gelişimini tetikliyor ve denetimi kendi eline alması gerektiğini anlıyor. Aralarındaki bu gerilim, son karşılaşmalarında doruk noktaya ulaşıyor ve vampir olduğundan beri Nidi’ye zarar vermekten tüm gücüyle kaçınan Cenifır’ın onu ısırması ile sonlanıyor. Böylece, iki kız arasında süregelen kavga, birinden ötekine salınan güç yekvücut oluyor ve Nidi, ısırıktan sonra Cenifır’ın bazı güçlerini kazanıyor. Görünürde kendisi olsa da, içinde Cenifır’ı da barındırıyor artık.

Böyle düşününce, bu aslında tam bir intikam hikayesi gibi görülmemeli, ki zaten yönetmen Karin Kusama da bunun tam olarak bir öç filmi gibi olmadığını, çünkü Cenifır’ın öldürdüğü erkeklerin hiçbirinin “kötü adamlar” olmadığını söylüyor. Öldürülen erkekler, kasabalılar tarafından oldukça sevilen gençlerden başkaları değil. Cenifır ona asıl zararı veren müzik topluluğuna bir şey yapmıyor, onlardan öcünü alan, günün sonunda Nidi oluyor. Dolayısıyla, filmde anti-kahraman Cenifır diyebiliriz, asıl kahraman ise Nidi.
Başlıca Tepki “Hayal Kırıklığı” Oldu
Filmin buraya kadarki kısmında alışılmış korku ögelerini görebiliyoruz. Tuhaf bir kasaba, güzel bir kadın, işlenen bir suç, alınması gereken bir öç. “Kana Susadım” görünürde herhangi bir vampir filmi gibi, fakat deneme gösteriminden itibaren olumsuz eleştirilerin gölgesi altında ezilmekten kendini koruyamadı. Seyirciden gelen başlıca tepki “hayal kırıklığı” oldu denilebilir. Nedeni ise filmin tamamen yanlış pazarlanması. Fragmanda Megan Foks’u gören herkesin aklında filmin aslında vadetmediği bir anlatı çoktan oluşmuş bile. Öyle ki, yazar Kodi’nin söylediğine göre deneme gösteriminden sonra filmle ilgili fikirleri sorulduğunda bir izleyici “daha fazla çıplaklık olabilirdi” gibi dahiyane bir gözlemde bulunmuş. Tabii burada seyirciden kasıt yalnızca filmin pazarlama ekibinin hedef aldığı genç erkekleri kapsıyor.

Öte yandan film eleştirmenlerinin görüşü, her ne kadar kadın karakterler olayların merkezinde yer alsa da, günün sonunda Cenifır’ın kendisini izlenilecek bir nesneden öteye taşıyamadığı yönünde. Eleştirmen Roger Ebert, filmi genç kadınların Alacakaranlık (2008) filmine olan bağlılıkları ile ilişkilendirerek, “Erkekler için Alacakaranlık” şeklinde tanımladı. Bana kalırsa, bir film en fazla bu kadar yanlış okunabilir; çünkü herkesin sorununun filmdeki cinsiyet devinimi olmasının tek nedeninin Megan Foks olduğu çok açık. Halbuki filmin derdi, iki genç kızın inişli çıkışlı arkadaşlığından başka bir şey değil. Erkek-kadın ilişkilerine yönelik bir atıf şeklinde yorumlanan durumu ise, anlatıyı şekillendirmek veya “normları” baltalamak için yapılan kasıtlı bir hamleden çok, filmin genç kızlığa olan saf, samimi yaklaşımının getirdiği doğal bir sonuç olarak görüyorum. Cinsiyetten bağımsız olarak her karakterin gri olduğu bu film, temelde belirli bir grubu hedef göstermeden bize tüm çıplaklığıyla genç bir kadın olmanın nasıl bir deneyim olduğunu anlatıyor; kanlı, şiddetli, kimileyin sevgi dolu ve en önemlisi kimlik arayışlarının asla peşinizi bırakmadığı daimi bir döngü.
Yıllar Sonra Yeniden Doğdu
Söylediğim gibi, bu eleştirilerin tohumları, daha film beyaz perdede yerini bulmadan ekildi, çünkü temelde belki de tüm genç kızların kendinden bir parça bulabileceği, karmaşık, korkunç ve yer yer ağılı arkadaşlık ilişkileri üzerine yazılmış bir filmi, pazarlama ekibi Megan Foks’un başrolde olduğu cezbedici bir gençlik filmi olarak sunmayı seçti. O dönem Transformers (2007) gibi filmler ile ünü zaten doruğa ulaşmış Megan Foks’un adı, gerek tanıtımda gerek film afişlerinde fazlasıyla sömürüldü. Diablo Kodi, onuncu yıla özel söyleşisinde, kafasında tasarladığı bir sayfalık yol haritasını ekibe ilettiğinden, ama karşılığında sadece üç kelimelik bir yanıt aldığından bahsediyor: “Megan Foks. Ateşli”. Böyle bir pazarlama yöntemine evet demek aynı zamanda ticari başarısızlığa da imza atmak anlamına geliyor ki, Foks’un genç erkek kitlesi üzerindeki etkisini bilen pazarlama ekibi, bu gerçeği görmezden gelmiş görünüşe göre.
Tüm bu zorluklara ve film bünyesindeki kadınların aldığı eleştirilere karşın, her geçen yıl daha fazla genç kadının filmi keşfetmesiyle (ve biraz da Tumblr’ın yardımıyla), hak ettiği saygıyı ve değeri buldu. Filmde, fragmanın vadettiği cinsel herhangi bir şeyin yoksunluğundan hayal kırıklığı duymayan -yani asıl hedeflenen- izleyici kitlesi ve filmin yıllar sonra buluşmasıyla bir nevi yeniden doğdu diyebiliriz. Piyasaya doğru sürülmeyle kolayca önlenebilecekken, Kodi’nin defalarca terapi almasına sebep olan bu başarısızlığa gerçekten gerek var mıydı? Tabii ki hayır. Ama sizi öldürmeyen şey güçlendirir diyelim ve Kodi’yi kendisine geç ulaşan başarısından dolayı tebrik edelim.
Ağı (ad, eğretileme): Üzüntü, acı, bun, keder, sıkıntı