GÜZEL KARELER

Borç kurmacasını izlediğimde aklıma ilk gelen, Fransız yönetmen Bresson’un “Güzel olan karelerden ziyade akış için gerekli ve filme hizmet eden kareler.” sözüydü. Bir kurmacada “güzel kareler” kullanmak veya “her aklımıza geleni” film karesine sığdırmak. Sinema sanatı için hangisi doğru hareket?

Öncelikle Borç özelinden hareket etmek istiyorum ancak küçük bir giriş yaparak. İzlediğim kurmacanın yönetmeni Vuslat Saraçoğlu’nun, toplumbilim eğitimi almış olmasının filmin kaderini belirlediğini düşünüyorum. Kendi açısından sinema sanatına baktığı için film, toplumbilime dayalı tespitler çıktısına dönüşüveriyor. Bu durum, toplum bilimcilerin ve ruh bilimcilerin, meslek altyapılarına dayalı bakışlarını sinemaya yansıtma modasının, bir uzantısı, yeni bir örneği olabilir.

Aslında bu, her zaman istenmeyen sonuçlar doğuran bir durum değildir. Sinemaya kendi ilgi alanından bakmanın kötülüğü yok, ancak boş geçilmemesi gereken durumlar var. Kendi alanlarından sinemaya bakan ama sinemanın neleri yapmaya muktedir olabileceği konusunda yeterince duyarlı olan sinemacılar var.

Sinemanın neyi gösterip neyi gösteremeyeceği hakkında bilgisizlik ve sinemanın temelleri hakkında düşünmeden film çekmek, pek çok eksikliği hatta yanlışlığı da beraberinde getirir. Sinemanın kuramsal varlığı ve birikimi göz ardı edilerek yapılan iş, bir fikri aktarmanın ötesine geçmez. Bir kurmacadan söz ettiğimizde, yalnızca yalın bir öğretici yapıttan veya bir öykü akışından konuşmayız; kurmacayla izleyiciyi özüne çeken, gerçeklikten beslenen bilge bir imge yaratırız. İmge, zamanda varolurken yalnızca görünenlerden oluşmaz; İçerdiği ve yansıttığı bilgeliğinin gelişkin anlamlarını da taşır.

Borç kurmacasında, yönetmenin yapmaya çalıştığı niyet yönelimi çok önemli bir fark oluşturuyor. Genellikle yönetmenler, “kötücüllüğü” kutsama batağına bu kadar sürüklenmişken, Vuslat Saraçoğlu’nun, “iyicilliği” kurtarmaya istekli olması ve yeni bir ses aramaya çalışması, onun çabasını değerli kılıyor. Ancak sinemada iş, yalnızca bir bilgi anlatmak değildir. Anlatının biçimi ve biçemi, içeriğinden daha öne çıkar sinema dilinde.

Oysa Borç kurmacasında belirli bir biçem kaygısı güdülmediğini görüyoruz. Yönetmen kendince güzel olan karelere tamah ediyor ve kurmaca bir anda Türk insanının toplum yaşantısına ilişkin görsel cümbüşe dönüşüyor. Perdede izlediğimiz, uzman tespitleri içeren, birbiri ardına akan görüntüler oluyor. Tarkovski’nin deyimi ile “sinema zamanda heykeltıraşlık” ise yalnızca içerik, bir filmi sanat yapan bir durum olmaktan çıkıyor.

Yazımızın başına döndüğümüzde, sinema sanatı için hangisi doğru sorumuzun yanıtı, Borç kurmacasıyla bir kez daha altını çizdiğimiz ve yönetmenler için altın değerindeki bu sözlerde yer alıyor: “Güzel olan karelerden ziyade akış için gerekli ve filme hizmet eden kareler.”

Nuri Batuhan Pırasacı