Çok Erken Rastlaşacaktık

Lütfi Ömer Akad’ın 1968 yapımı Vesikalı Yarim filmi, sanılanın aksine bir aşk hikayesinden çok, iki insanın hayata tutunma içgüdüsüyle bambaşka ve acı verici yollarda yaşadıkları tüm insani duyguların hikayesidir; aşk da, her duygu gibi, filmin odağındadır. İlk defa deneyimlediğimiz hayatın tüm hatalarını, iç burkan hislerini yaşatan Vesikalı Yarim, belki de bize böylesine yakın oluşundan bu denli sevilir.

Hayatını manavcılık yaparak geçiren Halil, sessiz, sakin bir adamdır. Büyük hayatını küçük dükkanında, tartmadığı günahların cezasını meyve ve sebzelerini tartarak çıkarır. Sevilen, saygı duyulan bir adam olsa da, Halil’in hayatı gösterildiğinin ötesinde, kirli ve mutluluktan uzaktır.

Dükkanı kapatma saati geldiğinde, arkadaşlarıyla beraber Taksim’in dar sokaklarında ücra bir meyhaneye gitmeye karar verirler. Meyhanede Halil, herkesten ve andan uzakta, dalgın ve düşünceli bir durumda uzakları seyrederken, ‘ruhuma renk katar kahverengi gözlerin…’ çalmaktadır. Şarkı biter, Halil elinde rakısı, etrafı seyrederken, arkada, ‘bir sevda uğruna ben ömrümü verdim’ başlar. Tam o anda, kahverengi gözlerinde kendini bulacağı kadın karşısındadır.

Anasının gözü gibi gözüküyorsun

Sabiha, Halil’in hayatına bir ok gibi girmiştir. O geceyi beraber, yan yana oturup birbirlerini seyrederek geçirirler; öyle ki, ancak gecenin sonunda Halil Sabiha’ya adını söyler. Birbirlerini tanımaya çalışırlarken Sabiha ‘anasının gözü gibi gözüküyorsun ama saf mısın yoksa?’ diye sorar ancak yanıt beklemez ve yanıt almaz. Halil’in saf olmayışını ve içinde kopan fırtınaları görebilen tek kişi olmuşken, ona bağlanmasıyla aşkın zehirli sarmaşıklarına takılır.

Türkan soran 1966

Ertesi gün, Halil elinde bir sepet meyveyle meyhaneye gelir. Kendine verdiği sözü tutamamıştır. Getirdiği elmalar yasak aşklarının, cennetten kovuluşun simgesidir. O günün ardından, Sabiha artık meyhaneye gitmez, ne kadar zor olsa da, peşini bırakmayacak olsalar da o Halil’in yanında kalmayı seçer. Yüzükler alınır, artık ev yuva gibi hissettirmektedir Sabiha için. ‘Bu evi şimdi seviyorum, ondan evvel bir barınaktı sadece. Şimdi ev oldu.’ O evin başına yıkılacağından bihaberdir Sabiha.

Halil’in dalıp gitmelerinde kendini suçlu bulur ve Halil’in kendisinden memnun olmadığını düşünür. Onun gözlerinin içine bakarak hareket eder, onun mutluluğunu kendinden öne koyar. Halil artık çalışmadığından, onun ruhsal sağlığını düşünür Sabiha; fakat Halil’in bağımsızlığı ve inatla bağlı olduğu doğruları Sabiha’yı iter de iter.

Halil evli, ve çocuklu bir adamdır

Sevginin ve şefkatin sıcaklığında hayat akarken, Sabiha hiç beklemediği, ve öğrenmek istemeyeceği bir duyum alır; Halil evli, ve çocuklu bir adamdır. Sabiha bunu inkar eder, aşkının masumiyetine atılmış bir kara leke olarak görür, ve bu doğru olsa bile bunun doğruluğunu Halil’den duymak istemez. ‘Korkarım, ya evet derse?’

Belirsizlik belki de hayatın en acımasız yönlerindendir. Sabiha bu bilinmezliğin içinde kendini yiyip bitirse de Halil’i kendinden usandırmaktan korkar, sevgisi öyle büyüktür ki gerçeklerin önüne bir perde indirir. Bu perde artık dışarıdaki ışığı yansıtmak zorunda kalır. Sabiha Halil’e kendini açamaz, nedenini söyleyemez ama bir şey söyler. ‘En iyisi seni görmemek, seni duymamak. Git, git Halil.’

Sevgi de yetmiyormuş

Halil Sabiha’nın peşindeki adamı bıçakladığında bile ‘Kimselere görünmem, seni beklerim’ diyecek kadar sevgisi büyüktür Sabiha’nın. Onun evli olması, korku dolu geceleri ve endişe dolu günleri Halil’den uzak kalacağı an yitirir, ve onu yüreğinde affeder. Bağışlamış olsa bile ailesi olan, çocukları olan bir adamla ve ona duyduğu sevgiyle nasıl baş edeceğini bilmez Sabiha. Sabiha Halil’e sarılıp kendini açmış, kollarına onu sarmışken, Halil onu bıçaklar. Gördüklerini gururuna yedirememiş bir suçludur. Sabiha ben yaptım, ben bıçakladım kendimi diye yakarır, sevdiği adam ona bunca şey yapmış olmasına rağmen Sabiha zehirlenmiştir.

vesikalı yarim

Halil artık evine, ait olduğu ama kaçtığı evine döner. Kapıyı oğlu bir coşkuyla açar, eşi mahcup ve uzaktır. Başının okşanışıyla mutlu olan oğlu, eve belki gelir diye hazır beklettiği yorganlarıyla eşi, yıkık dökük, bir hücreden farksız evi Halil’in arkada bıraktığı gerçekliğidir.

Eşiyle, çocuklarıyla baş edemem

Sabiha hayattaki bazı acıları erken tatmıştır babasından, bu yüzden ailesi olan bir adamın eşini ve çocuklarını asla incitmez, incitemez. Onları manavda uzaktan izler, ne yanlarına gider, ne bir şey söyler. Sabihanın gözyaşları boşunadır. Şarkıda da dediği gibi, kalbini kıra kıra, Halil bir hatıra bırakmıştır Sabiha’da. Hiç iyileşemeyeceği yaralar açmıştır vesikalı yarinde. Toplumdan dışlanan, bir aile kurmaktan uzak bir hayata itilmiş bir kadına kendini bağlamış, onu aile olmaya inandırmış, ve sonrasında onun hayatını kendi elleriyle mahvetmiştir. Halil’in ikiyüzlülüğü ve korkaklığı, Sabiha’nın, eşinin, çocuklarının hayatını kirletmiş ve iyileşmez yaralar açmış olsa da toplumda itilecek olan kişi Sabiha, eş ve çocuklardır.

VESİKALI YARİM

Arkada bıraktığı hayatındaki kadın, babasız büyüttüğü çocukların annesidir. O kadının hayatının odağı çocukları ve onların babalarının döneceğine duyduğu ümitten başka bir şey değildir. Geleceği günü bekleyerek geçen bir ömür, o geldiğinde yine gideceğini bilse de onu kabul etmektedir. Toplum, böyledir. Maskeler ardında insanları tanımak hiçbir zaman iyi değildir. İnsan, tıpkı Halil’in yaptığı gibi, maskelerine gizlenerek kendilerini bambaşka gösterebilen canlıdır.

 Issız, dengesiz ve korkak bir adam

Halil belki de Sabiha’yı hiç sevmemişti; fakat Sabiha, hayatından vazgeçmek uğruna her şeyi göze alıp Halil’i kabul etmişti. Selvi Boylum Al Yazmalım’da söylendiği gibi, sevgi emekti ve Halil, bu sevgiye emek vermemişti. Aşkın imkansızlığına boyun eğmeyen Sabiha’nın karşısında ıssız, dengesiz ve korkak bir adam vardı.

Kaybolmuş bir adam ve kaybettiği insanların hikayesidir; içten ve acıdır Vesikalı Yarim. İnsanın anlam arayışı ve o arayışta kaybettiği benliğini bulma yolculuğudur hayat ve Halil, bu hayatın çıkmaz sokaklarında, kırık dökük kaldırım taşlarının altında ezilip kalmıştır.
Belki toplum baskısı, belki gençlik hatası; şu bir gerçektir ki hiçbir insan kendi kayboluşunda başkalarının hayatlarını zehirleyemez, hiç kimsenin buna hakkı yoktur.

vesikalı yarim 1966

Hem Halil, hem de Sabiha, kördüğümler içinde sürüklenip giderler, fakat Sabiha içinde ölüp dirildiği hayatının acımasızlığını kimseye yük etmeyecek kadar güçlüdür. Toplumdan dışlanmış, hor görülmüş, bir insandan çok nesneleştirilmiş bir varlık olarak görülür Sabiha, ama onun içindeki kadınlığın hissiyatı öyle büyüktür ki; acımasız bir toplumda kendi ülkesini kurmuş güçlü, kendine yeten bir kadındır.

‘Çok kıymetli bir şey bulursun, sonra bulduğuna pişman olursun. Çünkü nereye koyacağını bilemezsin…’

Önceki İçerikBu İş Sandığımdan Daha Zormuş
Sonraki İçerikBen Senin Babanım
Düzce doğumlu Zehra Akyel, eğitimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünde sürdürmektedir. Edebiyata ve sinemaya yoğun ilgisi bulunan Akyel, sinema üzerine eleştiri ve araştırma yazıları yazmaktan büyük keyif alıyor. Çok iyi derecede İngilizce, iyi derecede Fransızca ve Abhazca bilmektedir.

Yorum

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen adınızı buraya giriniz