Kahramanın Sonsuz Yolculuğu

Bozkır filmi 2019 yılında gösterime girmiş bir Türk filmidir. Yönetmenlik koltuğunda, Minyeli Abdullah, Sürgün, Hür Adam ve Hür Köle filmleriyle adını duyduğumuz Mehmet Tanrısever oturmakta.

Sinemayı, roman, şiir, müzik, resim vb. gibi anlatı sanatı olarak düşünürsek, ne anlattığımızdan çok nasıl anlattığımız önemlidir. Ama anlatım biçimimiz farklı değil ise o zaman ne söylediğimiz önem kazanır. Peki “Bozkır” filmi bize ne söylüyor?.. “İyi olun, dürüst olun.” Bu kadar… O yüzden bu filmde düşünmemiz gereken şeyin, ne söylendiği değil, nasıl söylendiği olduğunu düşünüyorum.

Bozkır filmi Antalya Film Festivali kapsamında aldığı ödülleri ile çok konuşuldu. Biraz da bizlere bir öyküyü nasıl anlattığını, sinemanın olanaklarını nasıl kullandığını konuşalım.

Josef Kampel, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu kitabında öykü anlatıcılığının masallarda, mitlerde, antik tiyatroda hangi adımlar izlenerek yapıtın anlatıldığını inceler. Bu anlatılarda başkişinin izlediği on iki adımdan söz edilir.

Bozkır, bizlere kişilikleri gösterdiği ilk sahnesinde film boyunca sembolik bir dil kullanacağının işaretini veriyor. İki arkadaş; Abdullah ve Ziya, ağaca asılan testileri vuruyorlar. Hepsini vurduktan sonra nereden geldiği, kim olduğu bilinmeyen bir kişi bir testi daha getirip ağaca asıyor ve “hadi bunu da vurun bakalım ama dikkat edin; bu testiyi vurursanız içindekini de vurmuş olursunuz’’ diyor. Testinin içinde de ne olsa beğenirsiniz: Kötülük. Başkişimiz Abdullah, bu testiyi de vuruyor ve kötülük ortaya çıkıyor.

Günümüzde öykü anlatıcılığı neden-sonuç ilişkisi içerisinde ilerlerken, mitlerde, masallarda bunu beklemeyiz. Bozkır filmi de bize gösterdiği bu sahnede yani “sıradan dünyasında” dilini nasıl kurguladığını bizlere gösteriyor ve kahramanın sonsuz yolculuğu başlıyor: “Maceraya Çağrı.”

Bu iki arkadaş Torosları dolaşıp, köylerde silah satarak para kazanmaktadırlar. Ziya, bu silahları insanları korkutarak satarken, ana kahramanımız bunu bu şekilde yapmaya karşı çıkar. Üstelik Ziya’nın gözü kadınlardadır. Bu yüzden Abdullah ile sürekli çatışırlar. Ziya, başkişiyi kızdırır. Abdullah, Ziya’nın izinden gitmemesiyle Macerayı ret” bölümünü gerçekleştirmiş olur.

Abdullah’ın arkadaşı Ziya doğal olarak yapmayı düşündüğü kötülükten vazgeçmez. Bir kadına tecavüz eder. Başkişi yaptığı bu kötülük yüzünden arkadaşını vurur. Böylece “ilk eşik” geçilmiş olur ve Abdullah sıradan dünyadan çıkıp, özel dünyaya geçiş yapar.

Arkadaşını vurduğu için hapse giren başkişi orada bazı ölçerler ile karşılaşır. Koğuş ağası, Abdullah’ın kendisine boyun eğmesi için saçlarının kesilmesini ister ve o da bunu reddederek kavga çıkartır. Böylece “dostlar ve düşmanlar” edinerek öykü anlatımının bir parçasını daha tamamlamış olur.

Başkişi hapiste kaldığı süreç boyunca çok zorluklar çeker. Kaldığı yeri hiç beğenmez ve böylece kendisi için “en karanlık yer” aşaması başlamış olur. Kahraman bu aşamada bulunduğu ortamda acı çeker, deyim yerindeyse dibe vurur. Ancak dibi görmeden zirveye varamayacağımız da bir gerçek.

Bu bölümde “akıl hocası” karşımıza çıkar. Hapiste yaşlı bir adam başkişimize akıl verir ve ona buradan kurtulmanın bir yolu olduğunu söyler. Buradan kurtulmanın yolu yalan söylemektir. Dürüstlükten yana olan Abdullah ilk başta bunu yapmayı reddetmiş olsa bile, testiyi vurup kötülüğü ortaya çıkarttığı için kötülük onun yakasını bırakmayacaktır.

Sonunda beklenilen duruşma günü gelmiştir. Başkişi bugün gelene kadar iyice düşünüp taşınmış. Mahkeme yapılırken suçunu reddetme kararı almış ve hapisten çıkmıştır. Abdullah’ın iyi biri olması ve kötü bir davranış ile kendini hapisten çıkarması “büyük değişim” aşamasına gelindiğini gösteriyor.

Bu değişim elbette bir armağan veya yaptırım ile karşılık bulacaktır. Abdullah’ın karşısına bir kötü kişilik çıkar, işlenilen cinayeti o üstüne alır. Bu kişi Erol Kara’dır. Böylece insanlar Erol Kara’yı ak, kötülük yaptığı için arkadaşını öldüren Abdullah’ı ise kara olarak görmeye başlarlar.

Başkişimizin bu davranışı, köylüler tarafından hoş görülmemiştir. Bu yüzden Abdullah bir “yaptırım” ile karşı karşıyadır. Köyde ona olan tutum başkişiyi yalnızlaştırır. Abdullah tekrar değişime sürüklenir. Bu değişim için tekrar yola çıkmak onun adına kaçınılmazdır. Yeniden silahlarını toplayıp, Toroslarda silah satmaya çıkar. Böylece “eve geri dönüş” aşamasına geçilmiş olur.

Başkişi tekrar sıradan dünyasındadır. Ama çözülmesi gereken sorunlar henüz çözülmüş değildir. Hala insanlar gözünde cesaretsiz, korkak, kötü birisidir. Bunu düzeltmek için tekrar akıl hocalarıyla başkişinin karşılaştığını görüyoruz. Hocalarından aldığı akıl sonucunda bir karar verir. İşte “doruk noktasına” geldiğimiz andır burası.

Abdullah hapiste yatan, kendi suçunu üstlenmiş olan Erol Kara’ya silah çeker. Suçu tekrar üstleneceğini ve hapis yatmak istediğini söyler. Böylece köylünün ona karşı olan tutumunu değiştirmeyi hedefler.

Sonrasında hızlı bir geçiş görüyoruz. Bu aşamayı “iksir ile eve dönüş” olarak ele almak gerekir. İksir yani sihir sayesinde başkişi olayları çözmüştür. Gördüğümüz sahnede Abdullah cezasını çekmiş ve hapisten çıkmıştır. Üstelik onu kapıda bekleyen iki kişiden birisi Erol Kara’dır.

Nasıl oldu bu diye sorası geliyor insanın. Ama en başta bizleri içine alan dil sürekli şunu söylüyor bize: bu bir masal, neden-sonuç arama. Fakat ben bu anlatım biçiminin günümüze uygun bir anlatı olduğunu düşünmüyorum. Bu anlatı biçimini günümüze uyarlamak olabilir ama bin yıllar öncesindeki haliyle onu bugüne taşımanın bizlere bir şey kattığını düşünmüyorum.

Göründüğü üzere film bize bu topraklarda doğmuş antik tiyatroların anlatım biçimiyle, mitolojilerin, masalların ve bugün Holivud’un neredeyse her filminde kullandığı bir yöntem ile bir anlatı sunuyor. Bu anlatım bizlere hiç yabancı değil. Söylediği, öğütlediği şey de bilmediğimiz bir şey değil. Yani film ne yeni bir şey söylüyor ne de yeni bir biçimde söylüyor. Peki yeni olmak zorunda mı?

Açıkçası birisi kalkıp ben Mozart gibi beste yapıyorum, ben Dali gibi çiziyorum dese ona bu dünyadan zaten bir Mozart’ın, zaten bir Salvador Dali’nin geçtiğini söylerdim. Bu film içinde aynı şeyi düşünüyorum. Bu dünyada zaten bir Holivud var.

Ali Mansur Köse

BOZKIR FİLMİ İZLE

Önceki İçerikNe kadar Küçük Dünyan Varmış!
Sonraki İçerikCemile
"Birisi kalkıp ben Mozart gibi beste yapıyorum, ben Dali gibi çiziyorum dese ona bu dünyadan zaten bir Mozart’ın, bir Salvador Dali’nin geçtiğini söylerdim."

Yorum

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen adınızı buraya giriniz